30 Kasım 2011 Çarşamba

FUZULİ’NİN HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ


FUZULİ’NİN HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ
Fuzuli'nin yaşadığı döneme, XVI. yy’a, ait bilgiler daha önceki sunumlarda ayrıntılı bir şekilde verildiğinden dolayı, bunun üzerinde pek fazla durmayacağım. Daha çok İstanbul'a ait bilgiler verildiği için, Fuzuli'nin yaşadığı yer olan, Bağdad ve çevresinde bulunan Kerbela ve Hille şehirleri hakkında kısa bir giriş yapmak istiyorum.
İnsanların yetiştikleri bölgeler, yaşadıkları hayat şartları ve çevrelerinde olup bitenler onların hayatlarını etkileyen bütün tarihsel ve toplumsal dinamikler, yazdıkları ve söyledikleri şeyler üzerinde etkili olurlar. Fuzuli'nin yaşamını sürdürdüğü ve hayatı boyunca hiç çıkmadığı bölge olan Bağdad ve çevresi de bu açıdan önem arz etmektedir.
Fuzuli’nin yaşamış olduğu dönemin siyasi koşulları bizim konumuzla alakalı olduğundan, Bağdad’ın siyasi durumunu incelemekte fayda var. Bağdad şehri, halifeliğin Emevîler’den Abbasilere geçmesiyle, buranın başkent olması döneminde önemli bir merkez haline gelmiştir. Bağdad’ın jeopolitik konumu, şehrin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ticaret yollarının kesiştiği ve aynı zamanda Dicle ve Fırat nehirlerinin birbirlerine en fazla yaklaştıkları yer olan bu bölge verimli topraklar üzerinde yer alıyordu. Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti adlı eserinde geniş bir şekilde, bölgenin, coğrafyası, iklimi ve tarihi hakkında bilgi vermektedir. Bölgenin coğrafi koşulları malum olduğu üzere, Mezopotamya bölgesinde ve gayet verimli bir alanda bulunduğu için, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Tarihsel olarak da incelendiğinde, birçok çekişmenin yaşandığı görülmektedir. Bağdad, Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Tuğrul Bey döneminde Türklerin himayesi altına girmiştir. Şehrin kültürel anlamda gelişmesine katkıda bulunan Nizamiye medreseleri de bu dönemde kurulmuştur. Daha sonrasında Moğol istilası ile birlikte, şehir tahrip edilmiş ve kütüphanelerdeki kitaplar imha edilmiştir. Fuzuli’nin doğduğu yıllarda ise Akkoyunlular Bağdad şehrine hâkimdiler. Daha sonrasında 1508 tarihinde ise Safevî Devleti şehri ele geçirmiştir. 1534 yılında ise, Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi ile birlikte Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmiş, IV. Murad döneminde bir süre kaybedilmiş fakat tekrar almıştır, 1. Dünya Savaşı'na kadar Osmanlı'da kalmıştır.
Fuzuli’nin yaşamı boyunca gel-gitler yaşadığı bu üç şehir aynı zamanda manevi açıdan önemlidir. Yine Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, bu bölgede Şii ve Sünni dünya için önemli olan evliyalardan bahsetmektedir. Kerbela’da yaşanan olaylar sonucunda Hz. Hüseyin’in orada şehit edilmesi ve mezarının orada bulunması, aslında çok kurak ve verimsiz olan bu bölgeyi önemli kılmaktadır. Kanuni’nin Irakeyn Seferi’ne çıktıktan sonra, Bağdad’ta kaldığı dört ay boyunca, şehri imar etmiş ve birçok tahrip olmuş eseri tadilat ettirmiştir. İmam-Azam, Abdülkadir Geylani, İmam Musa, İmam Kazım, İmam Muhammed Cevad’ın mezarlarını ve camilerini tadilat ettirmiştir. Hüseyniye Nehir projesi ile Kerbela’ya su götürmesi ise o bölgeye değer verdiğini göstermektedir. Aynı zamanda Bağdad’ta yer alan Sünni mezheplerden Hanefilik'in kurucusu olan İmam-ı Azam’ın türbesi de Bağdad yakınlarında yer almaktadır ve bu sefer sonrasında Kanuni’nin Bağdad’ta geçirdiği 4 ay içerisinde, orası da tadilat edilmiştir.
Fuzuli’nin yaşamış olduğu manevi açıdan yüksek bir seviyede olan bu şehirler ve kültürel yapı, onun eserleri üzerinde büyük etkiler bırakmıştır.
HAYATI
Fuzuli’nin hayatı ile ilgili, sahih bilgilere ulaşmamız pek mümkün değildir, hayatı ile ilgili bilgileri içeren birçok kaynakta, birçok mesele üzerine farklı rivayetler verilmiştir.
Tezkirelerde Latifi, Ahdi, Mirza, Ali, Âşık Çelebi Bağdad doğumlu olduğunu söylemektedirler. Hasan Çelebi Hille’de, Riyazî ise Kerbela da doğduğunu söylemektedirler. Doğum yeri konusunda, gerçeğe en yakın bilgiyi ancak bu üç yeri tek tek inceleyerek ulaşabiliriz, fakat tezkirelerin her biri farklı bir noktadan ilham alarak bu bilgileri vermektedir. Bu yüzden, kendisinin yazmış olduğu mukaddemelerden alacağımız bilgiler daha sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı sağlayacaktır. Türkçe ve Farsça divanlarının mukaddemelerinde bahsettiği üzere; onun Kerbela’da doğduğunu söyleyebiliriz. Riyazî bunlara dayanarak Kerbela’yı tasrih etmiştir. Hille’de doğduğunu söyleyenlere ait yeterli derecede delil yoktur. Bilakis, Ali Nihat Tarlan’ın verdiği bilgiye göre onun Hille’de “mutavattın” olduğunu, yani sonradan yerleştiğini görürüz. Bağdad için ise Fuzuli’nin Diyar-ı Gurbet olarak bahsetmesi delil olarak gösterilir. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.67-71). Öte yandan Hasibe Mazıoğlu'nun, Fuzuli Üzerine Makaleler kitabının ilk makalesinde yer alan hayatıyla ilgili verilmiş bilgilerde ise, onun Kerbela'da doğduğuna dair kesin bir bilgiye ulaşamayacağımız, Farsça yazılmış olan “Fuzuli, mademki, benim makamım Kerbela toprağıdır o halde şiirimin gittiği her yerde saygı görmesi gerekir. Benim şiirim altın değil, gümüş değil, inci değil, la'l değildir. Bu kulun şiiri bir topraktır, fakat Kerbela toprağıdır.” kıtasında geçmekte olan “makam” kelimesinden, “mevlid” anlamına ulaşamayacağımızı söylemiştir. (Hasibe Mazıoğlu, Fuzuli Üzerine Makaleler, s.9)
Doğum tarihi konusunda ise tam bir bilgiye ulaşamıyoruz, şuara tezkireleri doğumdan çok ölüm yıllarına önem verdikleri için doğum tarihini Doğum tarihine dair çeşitli eserlerine bakarak yaşını tahmin edebiliriz ki aşağı yukarı 1495 yıllarına tekabül etmektedir. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.72) Fakat, Fuzuli’nin doğum tarihi üzerine, Hasibe Mazıoğlu tarafından yazılmış olan, Fuzuli’nin Doğum Tarihi Meselesi adlı makalede, yazmış olduğu ilk kaside olarak bilinen, Elvend Bey’e yazdığı kasideyi dikkate aldığımız takdirde, kendisinin o dönemde 25 yaşlarında olacağı ve aşağı yukarı en geç 1480 tarihinde doğmuş olabileceği düşünülmektedir.
Asıl ismi ise çağdaşı ve onlardan sonra gelen tezkireciler tarafından zikredilmemiştir. Daha sonra Kâtip Çelebi, adının Mehmed bin Süleyman olduğunu söylemektedir. Daha sonraki eserlerde de Mehmed ismi zikrolunduğundan bu konuda ihtilaf yoktur. Mahlas olarak neden Fuzuli mahlasını seçmiş olduğunu ise Farsça divanında açıkça anlatılmaktadır. Başka şairler ile karıştırılmamak için, tek ve orijinal olmak için, kimsenin almak istemeyeceği bir mahlas olduğu için Fuzuli’yi seçtiğini belirtmektedir. Aynı zamanda anlam olarak da iki anlamlı (tevriyeli) bir şekilde kullanılmaktadır. Fazilet kelimesinin ulum vezninde cem’idir. Öte yandan, arsız ve hilaf-ı edep anlamlarına gelir, o ilim derecesinde âlimlerle laf atıştırmaya cüret ediyor olmasından dolayı, böyle bir arsızlıkta bulunduğunu kinayeli bir anlatımla yapmaktadır. Bu iki özellik, onun özelliklerine uygun olduğu için yerini bulmuştur. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.73-74)
Çocukluk ve gençlik yılları için çok net bilgilere ulaşmak da zordur. Bir takım asılsız söylentiler de dolaşmaktadır. Arapça hocasının kızına âşık olduğu ve şiire olan ilgisinin başladığı söylentisi vardır. Fakat onun hakkında kesin olarak söyleyebileceğimiz şey; çok iyi bir şekilde eğitim aldığıdır. Bunu Türkçe, Farsça ve Arapça üzerindeki üstün hâkimiyeti ile görmekteyiz. İlim öğrenmeyi de şiirin güzel olmasını sağlamak için gerekli görmektedir. İlim tahsiline Kerbela’da başlıyor, Hille’de devam ediyor ve Bağdad’da zirveye çıkarıyor. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.76-78, Türkçe D. Mukaddemesi s.5)
Fuzuli'nin yazmış olduğu en eski tarihli kasidenin Akkoyunlular'dan Elvend Bey'e yazılmış olduğunu biliyoruz, fakat bu kaside ile nasıl bir ihsan elde ettiği hakkında bilgiye sahip değiliz. Daha sonrasında Beng ü Bade mesnevisini Safevî Şah İsmail'e ithaf etmiştir. Fakat Şah İsmail tarafından bir yardım alıp almadığına dair herhangi bir bilgi yoktur. (Hasibe Mazıoğlu, Fuzuli Üzerine Makaleler, s.13)
Sadıki tezkiresinde Fuzuli'nin İbrahim Han tarafından Hille'den Bağdad'a getirildiğini söylemiştir. (HM 14) 30’lu yaşlarında Bağdad valilerine intisab etmiştir. Özellikle İbrahim Han’a yazmış olduğu kasidelerden görülmektedir. Yazdığı kasidelerde genel olarak Şii yönetimine karşı ilgili görünmektedir. Bunun nedeni intisabından kaynaklanıyor olabilir. Bu dönemde Şii-Safevî yönetiminde olan Bağdad’da siyasi karışıklıklardan dolayı, İbrahim Han’ın yeğeni Zülfikar tarafından öldürülmesiyle birlikte Fuzuli tekrar eski hayatına döner, Hille ya da Necef’e avdet etmiştir. İbrahim Han öldükten sonra neler yaptığını kesin olarak bilemiyoruz, fakat Ahdi’nin Gülşen-i Şuarasında ilim açısından çok üstün olduğunu söylediği Fuzuli için bu dönemde de ilim tahsil ettiğini söyleyebiliriz, siyasetten de uzak durmuş olması bunu kolaylaştırmıştır. Kanuni’nin Bağdad seferi ile birlikte, Fuzuli hem padişaha, hem de İbrahim Paşa’ya kasideler sunmuştur. Kanuni’nin Bağdad’da kaldığı 4 ay boyunca, Fuzuli, Padişah ile birlikte gelen devlet erkânına kasideler düzmüş ve onlara intisab etmeye gayret göstermiştir. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.88) Ali, Aşık Çelebi ve Hasan Çelebi onların lütuflarına mazhar olduğundan bahsetmektedirler. Fakat kasidelerin padişaha ulaşıp ulaşmadığı konusunda değil, padişahla temas kurup kuramadığı konusunda kesin bilgilere haiz değiliz. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.80-83) Fuzuli'nin lütuf görmemesinin nedeni olarak daha önceleri Şii olan İbrahim Han ve Şah İsmail'e yazmış olduğu kasidelerin yol açtığı düşünülmektedir. (Hasibe Mazıoğlu, Fuzuli Üzerine Makaleler, s.16)
Padişahla birlikte Bağdad’a gelen Hayali ve Taşlıcalı Yahya ile tanışmış oldukları ve onlara gıpta ettiğine dair beyitleri mevcuttur. Ayrıca bu şairler aracılığıyla namının İstanbul’a kadar gitmiş olduğu düşünülmektedir ve Leyla vü Mecnun mesnevisinin sebeb-i telifinde bahsettiği üzere, onların bu eseri Fuzuli’den talep ettiklerini, onun üzerine yazdığını, “Rum Zarifleri” diyerek anlatmaktadır. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.86-87, Hasibe Mazıoğlu, Fuzuli Üzerine Makaleler, s.43)
Fuzuli’nin hayatında önemli bir dönemi, yine onun dilinden Şikâyetname adlı eserde görebiliriz. Şikâyetname’nin kime yazıldığı konusunda ihtilaflar mevcuttur, Nişancı Celal zade Mustafa Çelebi’ye yazıldığı düşünülmektedir. Fakat içeriğinde Fuzuli’nin maaşını alamamasından bahsedilir. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.89-91) Âşık Çelebi’nin tezkiresinde ise kendisine ölmeyecek kadar bir maaş bağlandığı ve o zamandan beri rahatça geçinip gittiği yazılıdır, fakat bu maaşı Şikâyetname’den sonra almış olduğu düşünülüyor. (Hasibe Mazıoğlu, Fuzuli Üzerine Makaleler, s.18)
Daha sonrasında ise Bağdad valileri ile ilişki kurmaya çalışır ve Üveys Paşanın himayesine girdiği düşünülmektedir. Üveys Paşa’ya kasideler sunmuş ve Leyla vü Mecnun’u ona ithaf etmiştir. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.93-94) Hadikatü's-süeda'sını ise Bağdad valilerinden Baltacı Mehmed Paşa'ya takdim etmiştir. (Hasibe Mazıoğlu, Fuzuli Üzerine Makaleler, s.18) Ayrıca, Mirliva Ahmed Bey ile arasında mektuplaşmalar olduğu bilinmektedir. Bu mektupla Musul Mirlivasından olan Ahmed Bey ile alakasının ileri seviyede olduğu görülmektedir. Fuzuli’nin Ahmed Bey ile de bir muhabbetinin olması onun Musul’a da gitmiş olabileceği ya da Ahmed Bey’den lütuf ve ihsan da görmüş olduğunu belirtiyor. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.97-98)
Bağdad’ın Osmanlılara geçişiyle birlikte, Fuzuli’nin eser sayısındaki artış da aynı döneme tekabül eder; Leyla vü Mecnun ve Enis’ül-Kalb eserlerini bu dönemde vermiştir. Aynı dönemde, Bağdad’a gelen birçok vali ve kadılara kasideler de sunmuştur; bunlardan en başta geleni ise 4. Osmanlı Bağdad valisi Ayas Paşa’ya yedi kaside sunmuştur. Ayas Paşadan sonra Mehmed (Baltacı) Paşa haricinde kimseye kaside yazmamıştır. Bir defa haricinde İstanbul’a da kaside göndermemiştir. Sadece sıkıştığı zannedilen bir dönemde Sadrazam Rüstem Paşa'ya bir kaside sunmuştur ve yardım beklemiştir. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.102-103)
Fuzuli son yıllarını Kerbela’da geçirmiştir. Hayatı boyunca Irak dışına çıkmamıştır, birçok beytinde yer alan İstanbul’a yahud Tebriz’e gitme isteğini bir türlü gerçekleştiremez. Ölüm tarihi konusunda da ihtilaflar mevcuttur. Ahdi’nin verdiği tarih (963) arkadaşı olması hasebiyle doğru gibi gözükmektedir, fakat Hasan Çelebi ve Kâtip Çelebi’nin verdiği tarih (970)tarihi şiirlerinde işlediği konuları göz önüne aldığımız takdirde 970 tarihine kadar yaşamış olamayacağını göstermektedir. Aynı zamanda ölüm yeri konusunda da ihtilaflar mevcut olmasına rağmen, defnedildiği yer kesin olarak Kerbela’dır. Gelenekte yer alan bir şekilde insanlar, Kerbela’ya gömülmek talebinde bulunmuşlardır. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.104-110)
Fuzuli'nin ölüm tarihiyle ilgili bilgiyi Ahdi'nin “göçdi Fuzuli” ibaresinin ebced hesabıyla karşılığı olan 963/1566 yılında taun (veba)'dan ölmüştür. Fakat “göçdi” kelimesinin “geçdi” kelimesi ile karıştırılmasından dolayı Kâtip Çelebi'de geçen tarih 970 civarında olduğunu söyler. Ahdi'nin Bağdad'da olmasından dolayı ve ayrıca selase ve sittine ve tis'a mie olarak açıkça yazmış olması bu tarihin daha doğru olmasını gerektirir. Nerede öldüğü ve nereye gömüldüğüne dair bir bilgi de kaynaklarda bulunmamaktadır. Bu konudaki ilk bilgiye, Süleyman Faik Efendi Mecmuası'nda önceleri mezarının üzerinde bir kubbe olduğu ve İmam Hüseyin türbesinin yakınlarında olduğu fakat sonradan bu beytini vasiyet olarak alarak;
Mezarum üzre koyman mil eger kuyında can virsem
Koyun bir saye düşsün kabrüme ol serv-kametden
kubbenin yıkıldığı söylenir. Ayrıca Bektaşiler tarafından uydurulan rivayetlere göre de Fuzuli'nin tekke'de “çerağsuz” olarak görev yaptığı ve o yüzden oraya gömüldüğü söylenir, fakat eserleri incelendiğinde Fuzuli'nin Bektaşilik ile alakası olmadığı anlaşılır. Bektaşiler onu yedi ulularından birisi olarak kabul ederler. (Hasibe Mazıoğlu, Fuzuli Üzerine Makaleler, s.20-21)
EDEBİ KİŞİLİĞİ
Fuzuli aşk ve ıstırap şairidir. Onun şiirlerindeki lirizmin esasını aşkın elemleri, ıstırapları, hicranın ve yalnızlığın acıları teşkil eder. Gazellerinde ve musammatlarında terennüm ettiği başlıca konu aşktır.”1
Çağatay şairlerinden; Ali Şir Nevayi. Anadolu şairlerinden; Şeyhi, Ahmedi, Ahmed Paşa, Necati ve Zati. Bunun yanı sıra; Fuzuli’nin etkilendiği şairler arasında genel olarak bulunduğu bölgenin, İran, şairlerinin zikredilmesi doğru olacaktır. Özellikle; Hakani, Nizami, Mevlana, Sadi, Husrev, Hafız, Cami, Hatifi, Hüseyin Vaiz sayılabilir. Azeri Şairlerinden Nesimi, Habibi, Hatai 16.yyda Azeri Edebiyatı'nın gelişmesini sağlamışlar ve Fuzuli ile birlikte zirveye çıkmıştır. Leyla vü Mecnun mesnevisi Azeri Edebiyatı'nın o dönemdeki revaçta olan konularından biriydi. Zamiri de o dönemde bir Leyla vü Mecnun yazmıştır. (Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti, s.60-62)
15. yy Azeri şairlerinden olan Habibi’den etkilendiği yazdığı “dedim dedi” müseddesinin, Habibi’ye ait olan bir gazel üzerine nazire olarak yazdığı ve yine bir gazelini tahmis etmiş olmasından anlıyoruz. Aynı zamanda, Necati’den de etkilenmiş ve birkaç gazeline nazire söylemiştir. Bunların dışında onun şiirlerinde Ali Şir Nevayi, Hafız-ı Şirazi, Cami ve Nizami-i Gencevi'nin etkilerini görmekteyiz. Leyla vü Mecnun eserinde ise Nizami'den etkilendiğini kendisi söylemektedir, fakat kendi kişisel yeteneği ile bu şairlerin etkisini görmek çok mümkün değildir. (Haluk İpekten, Fuzuli: Hayatı, Sanatı, Eserleri, s.29-30)
Fuzuli'nin eserlerinde genel olarak aşk ve rintlik teması hâkimdir, beşeri ve ilahi aşkın ifade edildiği çok fazla gazeli bulunmaktadır, lirik şairlerin en önde gelenlerindendir. Aynı zamanda rindane şiirleri de mevcuttur ve rintliğe övgüler yapar çoğu zaman. Hafız-ı Şirazi'ye çok benzer bir tarzı vardır ve ikisi de mutasavvıf değillerdir. Fuzuli'de aşk ağır basarken, Hafız-ı Şirazi'de rintlik daha ön plandadır. Fuzuli öncelikli olarak bir sanatkârdır ve sanatını icra etmek için tasavvufu bir vasıta olarak kullanmıştır, çoğu zaman. Tasavvufi öğeleri şiirlerinde kullanmış olması onun mutasavvıf bir şair olduğunu göstermez. (Hasibe Mazıoğlu, Fuzuli Üzerine Makaleler, s.26-31)
Fuzuli'nin farklılıklarını, Prof. Dr. Haluk İpekten Fuzuli, eserinde 4 ana başlık altında toplamaktadır. Ilk olarak onun bir aşk şairi olduğunu söyler ve ilk şiirlerinde beşeri aşka değinmekteyken, ilim tahsil ettikten sonra tasavvufi aşkı anlatan şiirler yazmıştır. Fakat asıl amacı tasavvuf olan Hallac-ı Mansur, Ahmed Yesevi gibi şairlerden değil, asıl amacı sanat olan ve sanatının içerisinde, şiirin derinliklerinde tasavvufu ifade eden bir şairdir. Ikinci ayırt edici özellik olarak da, Fuzuli'nin ıztırap şairi olmasına değinmektedir, diğer birçok divan şairi gibi o da acıdan, elemden, ayrılıktan bahseder ve bunlardan bir şekilde büyük keyif alır, fakat onu özel kılan durum onun hayatında ve şiirlerinde karamsarlığın ileri derecede olmasıdır. Leyla ve Mecnun mesnevisinin de konu olarak acılarla dolu bir aşk hikâyesi olması ve en başarılı örneğinin Fuzuli'nin kaleminden çıkmış olmasına bu özelliğin yol açtığını savunur. Fuzuli'nin başarısının bağlı olduğu üçüncü özellik ise mazmun bulma ve kullanmadaki başarısı gösterilir. Her okuyucunun farklı anlamlar çıkarabileceği bir yapısı olduğundan ve içiçe geçmiş bir şekilde derinliği olmasından dolayı başarılıdır. Şiirlerinde derinlik mefhumu önemli bir özelliktir, şiirin derinliklerine anlamlar saklamaktaki hüneri onun başarısında önemli bir rol oynar. Son olarak da samimi ve içten olması gösterilir; “aşkını anlatırken heyecanını, lirizmini hemen hissettirir”. Fuzuli kendinden sonraki birçok şairi etkilediği gibi, kendi döneminde de, özellikle Bağdad'ın fethi sırasında tanıştığı Hayali Bey ve Taşlıcalı Yahya tarafından 'Su Kasidesi'ne nazireler yazmışlardır. Yine aynı dönem şairlerinden olan Baki de;
Meni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı
Felekler yandı ahumdan muradum şem'i yanmaz mı
gazelini tahmis etmiş ve bazı gazellerini de tanzir etmiştir. Ruhi-i Bağdadi, Celal Çelebi, Caferi, Şahi (Şehzade Bayezid) ve daha pek çok şair bu yüzyılda Fuzuli'den etkilenmiş, gazellerine nazireler yazmışlardır.
Kendinden sonraki dönemlerde yaşamış olan Naili, Nedim ve Şeyh Galib de Fuzuli'den etkilenmişlerdir. (Haluk İpekten, Fuzuli: Hayatı, Sanatı, Eserleri, s.30-36)
ESERLERİ
  1. Türkçe Divan: Mensur bir ön sözle başlar. 40 Kaside, 302 gazel, 1 müstezad, 1 terkib-i bend, 3 terci-i bend, 2 müseddes, 3 muhammes, 2 tahmis, 3 murabba, 42 kıta ve 72 rubaiyi kapsayan büyük bir divandır.
  2. Farsça Divan: Mensur ve manzum karışık yazılmış bir ön sözle başlar. Türkçe divanından daha kalındır. 49 Kaside, 410 gazel, 1 terkib-i bend, 1 müsebba, 1 müseddes, 46 kıta ve 105 rubai vardır.
  3. Arapça Şiirler: Arapça şiirlerinden yalnızca 11 kaside ve 1 eksik kıta bulunur, Sadıki Arapça bir divanı da bulunduğunu söylemektedir, fakat elimizde yoktur. Leningrad Asya Müzesinde bulunmuştur.
  4. Leyla vü Mecnun: Bu konuda yazılmış olan en güzel eserdir. Mesnevi olarak 3096 beyitte tertib edilmiştir. Ayrıca hamsesi bulunduğuna dair Latifi, Kınalı-zade Hasan Çelebi, Beyani ve Riyazî tezkirelerinde bilgiler varsa da, elimizde sadece Leyla vü Mecnun, Beng ü Bade ve Saki-name mesnevileri vardır. Ali ve Sadıki hamsesinden bahsetmezler. Bağdad valisi Üveys Bey'e sunulmuştur. Asıl olarak, Arap hikâyesi olan Leyla ve Mecnun arasındaki aşkı anlatır. Kademe kademe maddi aşktan geçerek, ilahi aşka ulaşan Mecnun'un hikâyesidir.
  5. Beng ü Bade: 444 beyitten oluşmuştur, Türkçedir ve Şah İsmail'e sunulmuştur. Şarap ile Esrar arasında hayale dayanan sembolik bir münazaradır. Tahir Olgun'un yapmış olduğu açıklama çok yerinde görülmüştür; Hikâye’de Bade, Şah İsmail'i, Beng ise II. Bayezid'i simgelemektedir. Sonunda Bade kazanır ve Şah İsmail'e sunulan bu eserde onun ihsanına kavuşma amacı vardır.
  6. Heft-cam/Saki-name: Farsça yazılmış olan bu eser, 327 beyitten oluşmaktadır. Meyhane'nin övgüsü yapılmıştır ve yedi kadehten İlahi şarabı içerek kendinden geçer. Tamamıyla tasavvufi bir anlam taşıyan mistik bir eserdir.
  7. Hadis-i Erbain Tercümesi: Manzum kırk hadis tercümesidir. Nevayi'nin de tercüme etmiş olduğu, Molla Cami'nin Hadis-i Erbain eserinin tercümesidir.
Mensur Eserler:
  1. Hadikatü's-süeda: Fuzuli'nin tanınmış eserlerindendir ve Kerbela Vakasını anlatmaktadır. Mensur olarak tertib edilmiş, yer yer manzum parçalarla süslenmiştir. Hüseyin Vaiz'in Ravzatü'ş-şüheda eserinden telif edilmiştir ve tezkirelerde daha üstün olduğundan bahsedilmiştir. İçerisinde ünlü Kerbela Mersiyesi'ni de barındırmaktadır. Şiiler ve Bektaşiler arasında çok üstün bir yere sahiptir.
  2. Türkçe Mektuplar: 5 mektubu vardır; Nişancı Celal-zade Mustafa Çelebi’ye, Musul Mirlivası Ahmed Beye, Bağdad valisi Ayas Paşa'ya, Kadı Alaüddin'e ve Şehzade Bayezid'e yazılmıştır.
  3. Rind ü Zahid: Fuzuli'nin Farsça mensur eseridir, içinde yer yer manzum parçalar da vardır. Kâtip Çelebi Keşfü'z-Zünun'da Muhavere-i Rind ü Zahid olarak yazmıştır. Leningrad Asya Müzesi'nde ise Risale-i Rind ü Zahid olarak kayıtlıdır. Rind ve Zahid arasındaki tartışmadan bahsetmektedir.
  4. Sıhhat ü Maraz: Farsça mensur bir risaledir. Ali ve Sadıki Sıhhat ü Maraz olarak, Leningrad Asya Müzesi ve British Museum'da Hüsn ü Aşk olarak kayıtlıdır. Ruhun beden ülkesine seyahatini, o günün tıp bilimine dayanarak açıklamış ve ruh-beden ilişkisini tasavvufi bir görüşle anlatmıştır.
  5. Muamma Risalesi: Farsça yazılmıştır ve Fuzuli'nin bir çeşit manzum bilmece olarak bilinen muamma yazmadaki hünerini gösteren eserdir.
  6. Matla'u'l-itikad fi Ma'rifeti'l-mebde' ve'l-Mead: Arapça mensur eseridir. Bu eser sadece Katip Çelebi'de geçer. Tek yazma nüshası Leningrad Asya Müzesi'nde bulunur. “Nereden geldik, nereye gidiyoruz” konusunu kelam ilmine göre incelemiştir.
ŞİİLİK MESELESİ
Hadikatü's-süeda'da Hz. Hüseyin’in şehit edilmesini içtenlikle anlatması, ayrıca Kerbela Mersiyesi'ni yazması onun şii olduğuna dair göstergelerdendir. Fuad Köprülü tarafından ilk defa delilleriyle ortaya konulmuştur. (Fuzuli Külliyatı, 1924, önsöz) Fakat mutaassıp bir şii değildir, aynı zamanda Peygamber'e naatlar yazmıştır ve Sünni Osmanlılara da kasideler sunmuştur. (Hasibe Mazıoğlu, Fuzuli Üzerine Makaleler, s.19)
Fuad Köprülü'nün, Abdülbaki Gölpınarlı'nın ve Abdülkadir Karahan'ın ileri sürmüş olduğu maddeler hasebiyle, Fuzuli'nin Şii olduğunu düşünmekteyiz, fakat zayıf da olsa Fuzuli'nin Sünni olduğuna delalet eden bazı kasideler onun Sünni olmasını açıklamaya yetecek seviyede değildir. Aynı zamanda, Abdülkadir Karahan'ın eserinde belirttiği üzere, Şii olarak çok mutaassıp bir Şii olmadığına dair göstergeler bulunmaktadır.
Tarikatlarla olan ilişkisini ise yine Abdülkadir Karahan ve Hasibe Mazıoğlu'nun belirttiği üzere açıklamak gerekirse; Ahdi'nin tezkiresinde belirttiğine göre bir tarikata bağlı olduğu söylenmektedir. Fakat Bektaşilerin kendilerine mal etmeye çalıştıkları Fuzuli'nin Bektaşi olduğuna dair bir delil yoktur, aynı zamanda bir tarikatın pirine yahut üstatlarına dair şiirlerinde bir delilde olmadığından kesin bir bilgiye ulaşamamaktayız.

İsmail Kayapınar